rss: yazılar
arama
Nefsin Sıfatları ve Tevbe
İnsanın nefsi ilâhi tecellilere mazhar olabilecek yüksek ve kâmil sıfatlar üzere yaratılmıştır. Azamet-i ilâhiyeyi bilecek kuvvet ve kudrettedir. Hakikati nurdur. Ama sonradan edinilen ( ârızî ) bazı vasıflarla bizim bulunduğumuz hale dönüşmüştür.
Bunu şu hale benzetebiliriz: İnsan doğduğunda sıhhatli yaratılır. Bir müddet sonra ârızî olarak bazı tesirlerle hastalıklar meydana gelir. O hastalıklar tabiplerin tedavisi ile giderilmeye çalışılır. Yani hastalık o zatın aslî sıfatı değildir.
Bu misalle nefsimize bakarsak, nefsin zatı Allah’ın azametini idrak edecek kabiliyettedir. Yaradılışında eksiklik yoktur. Nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i sâfiye gibi ehlullahın en yüksek mertebelerini hâvi olan nefsler, Allah’ın azametini idrak etmiştir. Ama emmâre, levvâme, mülhime gibi bizim sıfatlarımız ârızî vasıflardır. Eğer bizler seyr u sülûk ile ârızî vasıflarımızı tamamlar, hastalıklarımızı tedavi ile aslî suretlerine çevirebilirsek, tasavvufî hayatı yaşamış oluruz. Böylece yüksek sıfatlar kazanabiliriz.
Allah Tealâ Kur’an-ı Hakim’de “Biz insanı en güzel surette yarattık.” buyurmaktadır. Bu yüzden insan Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğu kadar âlî, Allah’ı unuttuğu kadar asi olur.
Nefsi tezkiye edip ârızî vasıflardan kurtarmak, ilâhi tecelli ile olur. İlâhi tecelli Allah’a mahsus olduğundan, onu celbedip kazanan Allah’ın rızasına ulaşır. İlimler, ilâhi tecelliye mazhar olacak ârızî vasıflardan kurtarmanın usül ve metodlarını tebliğ içindir. Allah’a nihayetsiz hamd ü senalar olsun ki, nefsimizin ârızî sıfatlarını arındırarak asliyetine dönme hususunda, “ rahmeten lil alemin ” sırrıyla bize Hz. Muhammed s.a.v.’i “sadık haberci” olarak göndermiştir.
Alimin ilmi nefsi arındırma metodunu gösterir, seyr u sülûku gösterir. İlimle tasfiye yapılmazsa, sahibi ne derece yüksek alim de olsa kendisini sorumluluktan kurtaramaz. Nefsin devamlılığı ölünceye kadar mücahede ve riyazet gerektirir. Hangi makama çıkılırsa çıkılsın, mücahede ve riyazet bitmez. Böylece peygamber ve velilerin makamı bir yerde kalmayıp devamlı terakki eder.
Bütün alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, yaradılışı gereğince ruhların nuru olmasına rağmen hâlâ yükselmesi, ilerlemesi sürmektedir. “Bir kimse bir hayıra sebep olursa ona da bir misli verilir” hükmünce, Ümmet-i Muhammed şu asırda ne kadar amel yapıyorsa, Efendimiz’in makam ve mertebesini yüceltmektedir.
Bakır madeninden simya ile altın elde edildiğinde, o altının evsafı topraktan arındırılan altından daha iyidir. Bunun gibi, âsi , mücrim bir kimsenin nefsini andırarak esfel -i sâfilînden âlâ- yı illîyîne çıkması, onun değerini daha da arttırır. Çünkü bu kimse, nefsinin çirkin vasıfları az olan insandan çok daha fazla mücahede ve riyazete gayret göstermiştir.
Günahtan nedamet duymalıdır ama Allah’ın rahmeti yanında günahın evsafı yoktur. Fahreddin Râzî Hazretleri’nin beyanına göre, bir asi tevbe eder, Allah da kabul ederse günahları sevaba tebdil olur. Demek ki dağdan eşkiya ve zalim olarak gelen bir kimse tevbe eder, Allah Tealâ da tevbesini kabul ederse, derecesi medreseyi bitirmiş hocayı geçer.
Günahkâr ne zaman şikayetçi olsun? Tevbekâr olmazsa, tevbesi kabul olmazsa… İşte o zaman dövünsün. İçimizdeki günahkârlara hor bakmayalım. Oysa biz yanlış yapıyor, kötü yerden gelene hakaret ediyoruz. Unutmayın, ariflerin en büyükleri arasında isyan dairesinden gelenler olmuştur.
İsyanla gelen bir kul, Allah’dan utanıp gözyaşı dökerse, bu gözyaşları nefsine güvenen âbidin ibadetinden Allah katında daha kıymetlidir. Bu yüzden, günahtan dönüp gelenler ayıplanmamalı, hocalar böyle kimselere karşı asla sert olmamalıdır. Hastahaneye gelen bir hasta doktorun üstüne kussa, doktor kızmaz. Sana ne oluyor da, yanlış iş yapan kimseye ateş püskürüyorsun! Sen doktor kadar da mı merhametli değilsin? Doktor tıp ilmini öğrendi, sen de Allah’ın dinini tebliğ ediyorsun. Doktorda bir merhamet varsa, sende bin merhamet olmalıdır.
Mehmet ILDIRAR, Semerkand Dergisi , Ağustos 2005.
Bu yazı 2.926 kere okunmuştur.
Sosyal medya:
Tweetle