rss: yazılar
arama
Müfessir, Şair, Hattat Bir Mutsavvıf: İsmail Hakkı Bursevî k.s.
17. yüz yıl Osmanlı toplumunun önemli simalarından İsmail Hakkı Bursevî hazretleri ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmek; insanları irşad etmek ve eser yazmakla geçirmiştir. O ilmiyle, şairliğiyle, hattatlığıyla çok yönlü bir zattır.
Zirve yıllarının ardından Osmanlı Devleti siyasi ve askeri bakımdan yavaş yavaş duraklama ve gerileme devrine girse de, son yılına kadar ilmî ve kültürel hayat bütün canlılığı ile devam etmiştir. Osmanlı tarihinde öne çıkan alim, mutasavvıf ve önemli devlet adamlarının birçoğu duraklama ve gerileme dönemlerde yetişmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısında doğan İsmail Hakkı Bursevî de bu simalardan biridir.
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, 1653 yılında günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Aydos’ta doğmuştur. Babası Mustafa Efendi’dir, İstanbul’da ikamet etmekte iken çıkan büyük bir yangında evleri ve bütün mülkleri yanar. Bunun üzerine Aydos’a taşınırlar. O, bu yangından bir yıl sonra doğmuştur.
İstanbul’da tasavvufî çevrelerle irtibatı bulunan Mustafa Efendi, Aydos’a taşınınca da Celvetî tarikatından Şeyh Seyyid Osman Fazlı Efendi hazretlerine intisap eder. Oğlu İsmail Hakkı’yı da üç yaşından itibaren sürekli olarak şeyhinin ziyaretine götürür.
İsmail Hakkı, yedi yaşında annesini kaybeder ve ona büyük annesi bakmaya başlar. Osman Fazlı Efendi hazretlerinin halifesi Ahmed Efendi’den Arapça dersleri alır. Aydos’a şeyhi Osman Fazlı Efendi’yi ziyarete gelen bir diğer halife Abdülbaki Efendi ile Edirne’ye gider ve burada dinî ilimlerin yanında hüsnü hat öğrenir. Yine bir diğer halifeden de fıkıh ve kelam ilimlerine devam eder. Tahsilini tamamlayınca Abdülbaki Efendi, artık İstanbul’da ikamet etmekte olan Osmanlı Fazlı Efendi’nin yanına gönderir. İsmail Hakkı hazretleri esas olarak şeyhine burada intisap etmiştir.
Şeyhi ona:
– Sen bizim üç yaşından beri halis müridimizsin, diye iltifat eder.
Gencecik bir halife
İsmail Hakkı hazretleri burada da ilim tahsiline devam eder. Şeyhinden kelam ve feraiz (miras) ilimlerini okur. Mehmed Efendi’den tecvid ve bazı hocalardan Farsça öğrenir. Hattat Hafız Osman’dan hüsnü hat meşk eder. Daha sonra üç yıllık bir halvete girer ve ardından dervişlere hizmetle görevlendirilir. Bir süre sonra da şeyhi kendi yerine vaaz etmesini söyler.
Osman Fazlı Efendi k.s., 1675 yılında İsmail Hakkı hazretlerine hilafet verir ve Üsküp’e gönderir. Beraberindeki üç dervişle birlikte Üsküp’e giden İsmail Hakkı hazretleri, muhtelif camilerde vaaz etmeye başlar. Harap bir tekke onarılarak kendisine tahsis edilir. Bir süre burada kaldıktan sonra yeni bir dergâhta irşad faaliyetlerine devam eder. Burada, 1676 yılında Şeyh Mustafa Uşşakî’nin kızı ile evlenir.
Genç yaşına rağmen ilmî seviyesi ve tevazusu ile halkın teveccühünü kazanır. Vaaz ettiği camiler tıklım tıklım dolar. Bu vaazlarında dine aykırı davranışlarını gördüğü Üsküp müftüsünü ve şehrin bazı ileri gelenlerini eleştirir. Tepkilere rağmen geri adım atmaz ve eleştirmeye devam eder. Bunun üzerine mahkemeye verilir. İsmail Hakkı Efendi ve davalılar Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve diğer devlet erkânı ile görüşmek için İstanbul’a gelirler. İstanbul’da Osman Fazlı Efendi tarafından barıştırılırlar. Altı yıl süren bu çekişme ortadan kalkar gibi de olsa, muhalifleri İsmail Hakkı Efendi’yi sürdürmek için tekrar faaliyete başlayınca, şeyhi Köprülü’ye gitmesini tavsiye eder ve on altı ay burada kalır. Ardından Usturumca halkının talebi üzerine buraya gider.
Bursalı İsmail Hakkı
İsmail Hakkı Efendi, eskiden beri “Bursevî” nisbesi ile tanınmıştır. Bunun sebebi uzun bir süre Bursa’da kalmış olmasındandır. Bursa’ya gidişi de şöyle gerçekleşir. 1685 yılında şeyhi tarafından Edirne’ye çağrılır ve evinde üç ay misafir kalır. Bursa’daki halife Sunullah Efendi’nin vefatı üzerine de Bursa’ya halife olarak tayin edilir.
Bursa’da Ulu Cami ve diğer bazı camilerde vaaz etmeye başlar. Bu vaazlarında Fatiha suresinden başlayarak bütün Kur’an’ı tefsir eder. Bu tefsirleri de Arapça olarak yazıya geçirir ve onun meşhur “Ruhu’l-Beyân” tefsiri ortaya çıkar. Burada başka eserler de kaleme alır.
Kendini ilim ve riyazete verdiğinden Bursa’daki ilk yıllarında geçimini temin noktasında bazı sıkıntılar çeker. Bu arada şeyhi Kıbrıs’a sürgün gönderilmiştir. Şeyhini ziyarete gider ve burada şeyhi onu kendi yerine tayin eder. Kıbrıs’tan Bursa’ya dönerken Konya’ya uğrar ve Hz. Mevlâna ile Sadreddin Konevî hazretlerinin ve İznik’te de Eşrefoğlu Rûmî hazretlerinin kabirlerini ziyaret eder.
Medresede, camide, dergâhta, savaşta…
İsmail Hakkı Efendi hazretleri çokça seyahat etmesine irşad ve vaazla meşgul olmasına rağmen yazmaya da devam eder ve birçok kitap yazar.
Rumeli’de iken sürekli rahatsız edilmesi, şeyhinin de ilerlemiş yaşına rağmen ta Kıbras’a sürgün gönderilmesi onun azmine engel olmaz. Devlet ile ilişkilerinde daima maslahatı gözetir ve hizmetten geri durmaz. Dönemin padişahı II. Mustafa’nın askerin moral gücünü artırmak üzerine daveti üzerine 1. ve 2. Avusturya seferlerine katılır ve yaralanarak Bursa’ya döner.
“Sefîne-i Evliyâ” yazarı Merhum Hüseyin Vassaf, geçtiğimiz asırda tekkesini ziyaret ettiğinde savaşa götürdüğü sancakların biraz solmuş haliylede olsa muhafaza edildiğini aktarıyor.
1700 yılında hacca gider, yedi ay kadar Mekke ve Medine’de kalır. Dönüşte Tebük ile Ulâ arasında eşkiyanın baskınına uğrar, canını zor kurtarır. Hac sırasında kaleme aldığı “Esrârü’l-Hac” adlı eseri de bu esnada kaybolur. İsmail Hakkı hazretleri, bu eserin kayboluşunu büyük bir üzüntü ile anlatmıştır.
Ezher müderrislerine icazetnâme
1710 yılında tekrar hacca niyetlenmiş ve önce İstanbul’a oradan da deniz yoluyla İskenderiye’ye gitmiştir. Oradan Kahire’ye ulaşır. Kahire’deki Kadirî dergâhına yerleşir. İki aydan fazla kaldığı Mısır’da alimler, mutasavvıflar ve halk ile irtibat kurar. Aralarında Ezher müderrislerinin bulunduğu bazı kişilere icazetnâme verir. Daha sonra hac ibadetini yerine getirmek için Hicaz’a gider.
Hac dönüşü tekrar Bursa’ya dönen İsmail Hakkı hazretleri 1714 yılında irşad faaliyetleri için Tekirdağ’a gider. Üç yıl sonra tekrar Bursa’ya döner, aynı yıl içinde Muhyiddin Arabî k.s. hazretlerine duyduğu muhabbet dolayısıyla ve mana aleminden aldığı bir işaretle Şam’a gider ve burada üç yıl kalır.
Şam’da on kadar eser kaleme alan İsmail Hakkı hazretleri “Tuhfe-i Recebiyye” adlı eserini Şam Valisi Recep Paşa’ya takdim etmiştir.
1720 yılında Üsküdar’a yerleşen İsmail Hakkı hazretlerine Damat İbrahim Paşa bir ev hediye eder ve çeşitli ihsanlarda bulunur. Üsküdar Ahmediye Camii’nde cuma vaizi olarak görev yaparken vahdet-i vücud meselesinden bahsettiği ve İslâm akidesine aykırı sözler söylediği iddiasıyla takibat açılır. Pek çok kişinin şahitliğiyle bu suçlamanın asılsız olduğu ortaya çıkar.
Bu olayın gerçekleştiği yıl 1723’tür ve İsmail Hakkı k.s. hazretleri bu olayın ardından İstanbul’dan ayrılıp Bursa’ya yerleşir. Burada kendi imkanlarıyla bir cami inşa ettirir. Son yıllarını irşad faaliyetiyle ve eser yazmakla geçirir. 20 temmuz 1725 yılında vefat eder.
Yazarak geçen bir ömür
İsmail Hakkı hazretleri 130 civarında eser yazmıştır. Bu eserlerin kırk kadarı Arapça’dır. En meşhur eseri, gayet kalın ciltler halinde kendi el yazısıyla yazdığı tefsiri Rûhu’l-Beyân’dır.
Sefine-i Evliyâ müellifi Hüseyin Vassaf, tefsirin müelllif nüshası hakkında şu övücü ifadeleri kullanmıştır:
“Rûhu’l-Beyân adlı eserini dört büyük cilt halinde on kısım üzerine yazmış ve gayet itina ile yazmaya başlayıp, nasıl başladıysa öyle bitirmiştir. Eseri görenler hüsnü hattının derecesine hayran olurlar. Harfleri inci gibi dizmiştir. Eserin hacimli olması ve sürekli yazmak ona bıkkınlık vermemiş, aynı kalemden çıkmış, aynı parçaya yazılmıştır.”
Rûhu’l-Beyân tefsiri günümüzde on cilt olarak basılmıştır. Çağımızın büyük alimlerinden Suriyeli M. Ali Sabunî de bu tefsirin bir özetini hazırlamış ve 1988 yılında İslâm dünyasına takdim etmiştir.
İsmail Hakkı hazretlerinin bunun dışında bazı sureler ve ayetler için yazdığı tefsirler de vardır. En fazla eseri ise tasavvuf sahasında yazdıklarıdır. Rûhu’l-Mesnevî, Şerhu’l-Muhammediyye, Tuhfe-i Recebiyye, Tuhfe-i İsmailiyye, Tuhfe-i Haliliyye ve Kitâbu’n-Necat bu eserlerden birkaçıdır.
İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin bir diğer yönü de şairliğidir. On binden fazla manzume (şiir) yazdığını kendisi ifade etmiştir. Mürettep bir divanı vardır. Şiirleri akıcı ve muhabbet doludur. Bunların dışında hadis, fıkıh, kelam ve çeşitli ilim dallarına ait birçok eseri vardır.
Netice olarak, İsmail Hakkı Bursevî hazretleri ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek; insanları irşad etmek ve eser yazmakla geçirmiştir. Hayatını insanlara hizmete adamıştır. Kimi zaman devlet erkânıyla sorun yaşamış, kimi zaman maddi sıkıntılar çekmiştir. Bunlar onun azmine engel olmamıştır. Yine ömrü boyunca pek çok seyahate çıkmasına, ikamet değiştirmesine rağmen eser yazmaktan geri durmamış, çektiği sıkıntılardan asla şikayet etmemiştir.
İsmail Hakkı hazretleri azmiyle, irşad ve hizmet aşkıyla, dik duruşu ve ahlâkıyla, ilme olan muhabbetiyle örnek alacağımız bir büyük şahsiyettir. Allah ona rahmet eylesin ve sırrını mukaddes kılsın.
‘Allah ve Rasulü’nü Herkesten Fazla Sev!’
İsmail Hakkı hazretleri Tuhfe-i İsmailiyye’de şöyle nasihat etmiştir:
“Cahillik zamanını ve işlediğin günahları anma. Yalancı şahitlik yapma. Gammazlık etme, alaycı olma. Cemaatle namaz kılmana engel yoksa asla terk etme.
Tanıdığına, tanımadığına selam ver. Hediye ver, bu muhabbeti artırır. Sır olan şeyi açığa çıkarma. Gerekirse evlen ve eşini sev. Allah Tealâ’nın ulu saydıklarına hürmet et. Alışverişte hıyanet etme, malının ayıbı varsa söyle.
Müminlere bıçak ve silah çekme, nitekim zamane sarhoşlarında görülür. Hasta halini sor. Müslümanların yolundan eziyet veren taş, diken gibi şeyleri uzaklaştır. Bozuk yeri düzelt, onar.
Allah ve Rasulü’nü herkesten fazla sev, onları dost tut.”
Beyitler
“Her nefeste bir tecellî-i Hüdâ ister gönül
Kendine bu gurbet içre bir âşinâ ister gönül.”
***
“Zikr ü fikrin daima Hak eyle dilden Hakk’ı sür
Hak ila hâk olmadır hakk u hakikatten garaz.”
***
“Canımın cânânı sensin yâ Muhammed Mustafa
Derdimin dermânı sensin yâ Muhammed Mustafa.
Çıkmadı bahr-i muhitte senin gibi cevher
İlm ü hikmet kânı sensin yâ Muhammed Mustafa”.
Abdullah GÖKMEN – Semerkand Dergisi, Eylül 2010.
Bu yazı 922 kere okunmuştur.
Sosyal medya:
Tweetle