rss: yazılar
arama
İman, İslâm, İhsan
Müslüman bir toplumda doğduk, büyüdük. Şükür ki İslâm’la her an yüz yüzeyiz, kimliğimizde İslâm yazıyor. Bu durumda ya müslümanlığımızı gelenek olarak ya da bilinçli bir tercih ve şuur halinde yaşayacağız. Hakiki müslümanlık imanla başlar, ibadetlerle olgunlaşır, “ihsan” mertebesiyle kemale erer. Bu üç temel esası, Efendimiz s.a.v.’in meşhur “Cibril Hadisi”nden öğreniyoruz. Cebrail a.s, Hz. Peygamber s.a.v.’in de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, islâm, ihsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasulü s.a.v.’e sorarak cevaplarını almıştır. Bu hadis-i şerif ekseninde kendimizi tanıyalım, müslüman kimliğimizi şuur ve hal hareket planında kuşanalım.
Hz. Ömer r.a. anlatıyor:
“Bir gün Hz. Peygamber s.a.v.’le birlikte oturuyorduk. Hiçbirimizin tanımadığı, beyaz elbiseli, siyah saçlı, güzel kokulu, yoldan gelmiş gibi bir hâli olmayan birisi çıkageldi. Efendimiz’in huzuruna kadar geldi, edeple önüne oturdu, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve:
– Ya Muhammed, bana İslâm’ın ne olduğunu anlat, dedi. Allah Rasulü s.a.v.:
– İslâm, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna inanman, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yetiyorsa Allah’ın evini ziyaret edip hac yapmandır, diye cevap verdi. O kişi:
– Doğru söyledin, dedi.
Biz onun bu tutumuna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de Allah Rasulü’nü tasdik ediyordu. Gelen zat sonra:
– Bana iman’dan haber ver, dedi.
Allah Rasulü s.a.v.:
– İman, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin bir kaderle meydana geldiğine inanmandır, diye cevap verdi. O kişi:
– Doğru söyledin, dedi ve sonra:
– Bana ihsanı anlatır mısın? diye sordu. Allah Rasulü s.a.v.:
– İhsan, Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir, buyurdu. Gelen zat:
– Bana kıyametin ne zaman kopacağını haber verir misin? diye sordu. Allah Rasulü s.a.v.:
– Bu konuda soru sorulan kişi sorandan daha bilgili değildir, buyurdu. Gelen zat:
– O halde onun belirtilerinden haber ver, dedi. Allah Rasulü s.a.v., kıyametin bazı alametlerinden haber verdikten sonra o kişi kalktı, cemaatin içine girdi ve bir anda gözden kayboldu. Bir müddet sonra Allah Rasulü s.a.v. bana dönerek:
– Ömer, soru soranın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ben:
– Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedim. O zaman buyurdu ki:
– O Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti.. (Buharî; Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; İbn Mâce)
Bu hadisin farklı rivayetlerinde ilk olarak ‘iman’ın tarif edildiği zikredilir. Fakat kesin olan şu ki, vahiy meleği Cebrail a.s.’ın tasdikiyle Allah Rasulü s.a.v.’in dilinden dinin üç temel üzerine bina edildiğini öğreniyoruz. Bunlar iman, islâm ve ihsandır.
Bu üç esası ayrı ayrı inceleyelim.
Kalpte iman, amelde islâm
İman; Allah’ın varlığını, birliğini, O’nun ortağı ve benzeri olmadığını, bütün varlıkları yaratan ve yaşatan, öldüren ve dirilten, kemal sıfatların sahibi, noksan sıfatlardan uzak, ibadete layık tek ilâh olduğunu kabul ve şahitlik etmektir. Bununla birlikte yüce Allah’ın meleklerine, peygamberlerine, peygamberlerine indirdiği kitaplara, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, kıyamet gününe, öldükten sonra dirilmeye, hesaba, cennetin ve cehennemin mevcut olduğuna, her ikisine de girecek insanların ve cinlerin bulunduğuna inanmaktır.
Neye ve nasıl iman etmemiz gerektiği hususu pek çok ayet-i kerimede açıklanmıştır. Onlardan biri şudur:
“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara, 285)
Rasul-i Ekrem s.a.v., Cibril Hadisi’nde iman ile İslâm’ı birbirinden ayırmış; amelleri İslâm olarak tarif etmiştir. Ayrıca “İslâm açıkta tezahür eder, iman ise kalptedir.” hadis-i şerifi de bu meyandadır. Cenaze namazı kıldırdığında da şöyle dua ederdi:
“Allahım, içimizden yaşattığın kimseleri İslâm üzere yaşat. Aramızdan vefat ettirdiklerini ise iman üzere vefat ettir.” (Ebu Davud; Tirmizî)
Ehl-i Sünnet alimlerimiz iman için “Kalbin tasdiki/onayı ve dilin ikrarıdır.” demişlerdir. İmanın dil ile ifade edilmesi insanın mümin olarak kabul edilebilmesi için bir şart olarak kabul edilmiştir. Fakat imanda asıl olan kalbin kabulüdür. Kalbin tam olarak kabullenmediği bir sözlü ifade imanda kemalin eksikliğini gösterir.
Her mümin müslümandır. Zira iman esaslarını tasdik eden ve onu kalbinin derinliklerine yerleştiren kişi, İslâm’ın emrettiği amelleri de yerine getirir. Eğer kişinin imanı onu İslâm’ın emrettiği amelleri yapmaya sevk etmiyorsa, gerçek manada kalbe yerleşmiş ve kemale ermiş sayılmaz.
Bunun yanında İslâm’ın emrettiği amelleri yerine getiren herkes de kâmil manada mümin değildir. Bazı kimselerin imanı tam manasıyla kemale ermiş ve kalbin derinliklerine yerleşmiş olmayabilir. Yine de böyle bir imana sahip olan kişi, tam manasıyla mümin olmasa bile İslâm’ın emrettiği amelleri işler ve müslüman ismini alır. Şu ayet-i kerimede bu duruma işaret edilmiştir: “Bedevîler, ‘İman ettik!’ dediler. De ki: Siz (tam manada) iman etmediniz. Ama ‘müslüman olduk (boyun eğdik)’ deyin. Henüz iman kalplerinize tam olarak yerleşmedi.” (Hucurat, 14)
Müfessirler derler ki, bu ayette iman etmedikleri söylenen kimseler münafık değil, imanı zayıf olan kimselerdir.
Allah Tealâ, İslâm’a girer girmez kendilerini mümin olarak isimlendiren bedevîlerin bu sözlerini reddetti. Bu ayet-i kerimeden şu sonuç çıkmaktadır: İman kelimesi İslâm kelimesine göre daha özel bir anlam taşımaktadır. Yani iman kalben tam bir tasdik ve onayı ifade ederken, İslâm olmak ise bu hususta zayıflık olmakla beraber çeşitli sebeplerle gerçekleşen boyun eğmeyi anlatır.
Biz hangi noktadayız?
Gerçek manada iman mı ettik, yani mümin miyiz yoksa islâm hali üzere miyiz? Bunu nasıl anlayabiliriz? Bazı ayetlerde müminlerin özelliklerinden şöyle bahsedilir:
“Gerçek müminler, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine güvenen kimselerdir.
Onlar namazlarını dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.
İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfâl, 4)
“Eğer mümin iseniz ancak Allah’a güvenin.” (Mâide, 23)
“Şu halde, eğer mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Âl-i İmran, 175)
Efendimiz s.a.v. de birçok hadis-i şerifte iman sahibi kimselerin vasıflarından şöyle bahsetmiştir:
“Allah’ı Rab, İslâm’ı din ve Muhammed’i peygamber olarak kabul edip razı olan kimse imanın tadını tatmış olur.” (Müslim, Tirmizî)
“Şu üç haslet kimde bulunursa imanın tatlılığını hisseder:
• Allah ve Rasulü’nü her şeyden daha sevmeye layık bulmak.
• Bir kimseyi sadece Allah rızası için sevmek.
• Allah Tealâ kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmaktan daha kötü kabul etmek.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)
“İmanın en üstün mertebesi, her nerede olursan ol, Allah’ın seninle birlikte olduğunu bilmendir.” (Taberânî; Heysemî)
“Sizden herhangi biriniz, ben ona kendi çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça gerçekten iman etmiş olmaz.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)
“Kul Allah için sevip Allah için nefret etmedikçe samimi olarak imanı elde etmiş olmaz. Allah için sever ve Allah için nefret ederse Allah Tealâ tarafından bir velâyeti hak eder.” (Ahmed b. Hanbel)
“İmanı en sağlam şekilde ortaya koyan husus hiç şüphesiz Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir.” (Ahmed b. Hanbel)
“Kim Allah için verir, Allah için engel olur, Allah için sever, Allah için nefret ederse imanını kemale erdirmiş olur.” (Tirmizî; Ebu Dâvud; Ahmed b. Hanbel)
Rasulullah s.a.v.’e imanın en üstünü sorulunca da şöyle buyurmuştur:
– Allah için sevmen, Allah için nefret etmen ve dilini Allah’ın zikriyle meşgul etmen.
– Daha başka nelerdir, ey Allah’ın Rasulü, diye soruldu. Buyurdu ki:
– Kendin için sevip istediğini diğer insanlar için de sevip istemen, kendin için hoşlanmadığın şeyleri insanlar için de istememen.” (Ahmed b. Hanbel)
Yine şöyle buyurdu:
“İyilikleri kendisini sevindiren, kötülükleri kendisini üzen kişi gerçekten mümindir.” (Tirmizî; Ahmed b. Hanbel)
Yukarıda sayılan özelliklerin yanında ahlâklı olmak, müminlerle iyi geçinmek de hakiki imanın belirtisidir. Bu konudaki bazı hadis-i şerifler şöyledir:
“Müminlerin iman yönünden en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Tirmizî; Ahmed b. Hanbel)
“Sizden biriniz kendi canı için sevip istediği şeyi mümin kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)
“İman sahipleri birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhamette tek bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca bütün vücut rahatsız olur ve uykusuz geceler.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “Vallahi iman etmemiştir! diye üç kez tekrar buyurunca sahabiler:
– Kimdir bu iman etmeyen ey Allah’ın Rasulü, diye sordular. Efendimiz s.a.v.:
– Komşusu kendisinin kötülüğünden emin olmayan kişidir, diye buyurdu. (Buharî; Müslim)
“Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir; onun eksiklerini tamamlar ve arkasından (yokluğunda) onu koruyup gözetir.” (Buharî; Ebu Davud)
“Komşusu aç iken karnı tok olan kişi mümin değildir.” (Hâkim; Ebu Ya’lâ)
Bütün bu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin bir özeti ve genel ölçü olarak diyebiliriz ki:
Allah’ın varlığına, birliğine ve Hz. Peygamber s.a.v.’in nübüvvetine gerçekten iman eden her mümin, Allah’a ve O’nun Peygamberi’ne tabi olur. Emirlerine uyar, yasaklarından sakınır. Bunların neler olduğunu öğrenmek ister, öğrendiğinde itaat eder.
İşte kendimizi -asla başkalarını değil- bu ölçülere göre değerlendirip hakiki mümin miyiz, yoksa içinde yaşadığımız toplum, kültür ve gelenekler üzerinden bir dinî yaşantı mı inşa ettik, bu ölçülerle anlayabiliriz.
Ayette geçen “Siz (tam manada) iman etmediniz. Ama ‘müslüman olduk (boyun eğdik)’ deyin. Henüz iman kalplerinize tam olarak yerleşmedi.” ihtarında pozisyonumuz nedir, yine yukarıdaki ayet ve hadislere göre kendimizi değerlendirerek anlayabiliriz.
Tam burada tasavvufî terbiyenin ne için var olduğu, İslâm’ın erken dönemlerinden itibaren neden müslüman toplumlarda büyük itibar ve yaygınlık kazandığını anlayabiliriz. Tasavvufun adap ve usulü, imanı zayıflıktan kemale, taklitten tahkike çıkartmak içindir. “Halâvetü’l-îman” denilen iman tatlılığına, iman lezzetine ulaşmak içindir. Yani müslim olmaktan mümin olmaya geçiş içindir. Cüneyd-i Bağdadî k.s. hazretlerinin ifadesiyle tasavvufun başı “lâ ilâhe illallah”, sonu da “lâ ilâhe illallah”tır. Fakat iki tevhid cümlesi arasında taklit ve tahkik, gaflet ve yakîn farkı bulunur.
Devam edecek…
Bu yazı 1.895 kere okunmuştur.
Sosyal medya:
Tweetle