rss: yazılar
arama
Hayat Bir İbadettir
İnsanlık bütünüyle Allah’ın kulları, Cenab-ı Hak onların yegâne yaratıcısı ve kulluğa layık tek mabududur. Sonunda dönüş yalnızca O’nadır.
İşte huzur-u ilâhi’de toplanacak olan insanların, dünyadayken teslimiyet içinde Allah’a yönelmelerine, O’na tazimde bulunmalarına ibadet adı verilmiştir. İnsanın vazifesi budur. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle ferman buyurmaktadır: “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)
İbadet, Mevlâ’nın emirlerini yerine getirip yasakladıklarından kaçınarak kulluk sorumluluğuyla hareket etmektir. Samimi niyetle karşılığını Alemlerin Rabbi’nden beklemek üzere, O’na yakın olmayı dileyerek itaat etmektir.
İbadet deyince genellikle anlaşılan namaz, oruç, hac, zekât gibi zamanı ve şekli belli ibadetlerdir. Şüphesiz bunlar en temel ibadetlerdir, ancak ibadeti yalnızca bunlardan ibaret görmek, ibadetin anlamını daraltıp eksiltmektir. İslâm’ın şartlarından olan bu ibadetler, genel ibadeti, yani hayatın her anını kapsayan kulluğu ayakta tutan temeldir. İşte bu temelle birlikte bütün hayatı kuşatan ibadet halini de dikkate aldığımızda, mücella dinimizin bütün ihtişamıyla belirginleştiğini görürüz.
Tarih boyunca pek çok din görülmüştür. Bunların hepsinin müşterek özellikleri, iman, cemiyet ve ibadet olmuştur. Nerede insan var olmuşsa orada bir din ve bu dinin ibadetleri olmuştur. Çünkü ibadet insanoğlunda fıtrîdir, yaratılışında vardır. Mevlâmız insanı yaratırken kulluk edecek, kul olduğunu bilecek şekilde yaratmıştır. Ancak insanoğlu çoğu zaman fıtratını yanlış ve kötü yere kullanmış, pek çok sahte ilâh edinip, onlara taparak yoldan sapmıştır.
Halbuki insanın hayatı ancak doğru inanca sahip olup, hakiki yaratıcıya karşı kulluk vazifelerini yerine getirmekle mana kazanır, insanın yaratılışındaki güzellikler ortaya çıkar. Çünkü ibadet, nefs ve amellerin temizlenmesi, insanî yönlerin ışıldayıp açığa çıkması için güzel bir vasıta ve ilâhi bir vesiledir.
Mevlâ’nın emirlerinde birçok hikmet, maddi ve manevi pek çok menfaat olduğunda asla şüphe yoktur. Bedenin belli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi ruhun da ibadet etmeye, manevi gıdaya ihtiyacı vardır. Beden ve ruhtan ibaret olan insanoğlu, yaratılışının bu iki cephesine aynı ölçüde özen göstermesi gerekir. Ruhun en önemli gıdası, sağlam bir iman ve huşu ile yapılan ibadettir.
İbadetler imanın güçlenmesini ve ahlâken olgunlaşmayı sağlar. İbadetle beslenen iman ağacının meyvesi güzel ahlâktır. İbadete devam eden kimsenin kalbinde iman nuru parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu yerleşir. İbadet sayesinde kötü düşüncelerden, günah kirlerinden arınır. Ahlâk ve fazilet sahibi olgun bir mümin haline gelir. Dünyanın maddi bağlarından kurtularak ruhen yükselir ve önündeki engelleri ortadan kaldırarak ebedi saadet yurduna ulaşır.
Rabbimizin yarattığı her şey O’na ibadet etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı tesbih etmesin.” (İsra, 44). Mukaddes kitabımız bilinen ve bilinmeyen bütün varlıkların kendilerine has bir şekilde ibadet yaptıklarını bizlere haber verir. Hatta gök gürültüsü bile Allah’ı hamd ve tesbihtir.
Bütün yaratılmışlar içinde ayrı, seçkin bir yeri olan, üstün yeteneklerle donatılmış olan insanoğlu ise elbette yüce bir gaye için yaratılmıştır. Bu gaye de Allah’ı bilmek ve O’na layıkıyla ibadet etmektir. Bu ibadet de sadece Mevlâ’nın emrini yerine getirmek ve O’nun rızasını kazanmak maksadıyla yapılır. Allah indinde makbul olan, böyle halisane olarak yapılan ibadettir.
İhlâs, yapılan ibadetin ruhu hükmündedir. İhlâssız ibadet ruhsuzdur, kıymeti yoktur. Sadece Mevlâ’nın emri olduğu için, Rıza-yı İlâhi’yi kazanmak için ibadet yapılır, ihlâs budur. Dünyevî bir menfaat için ibadet yapılsa, ihlâs olmadığı için Allah indinde makbul olmaz.
Diğer dinlerde de ibadet vardır. Kimine göre ibadet, dünya lezzetlerini tamamen terk ederek insanlardan ayrı yaşamaktan ibarettir. Bir diğerinde, sadece özel mabetlerde yapılabilen bir iştir. Bir başkasında sadece din adamlarının gözetiminde yapılabilecek bir törendir.
Mücella dinimiz İslâm ise ibadeti Allah ile kulları arasında herhangi bir aracıya bağlı kılmamış, herkesin Yüce Mevlâ ile doğrudan kurabileceği bir bağ, bir irtibat olarak tebliğ etmiştir. Allah indinde alim ve din hizmeti görenler ile, avam ve sıradan kişi kulluk bakımından eşittir. Üstünlük ancak takva iledir.
Dinimiz dünya lezzetlerini tamamen terk edip halktan ayrı yaşamayı da emretmez. İslâmiyet’te ibadetin mana ve kapsamı çok geniştir. Sadece namazlardan, duadan ve zikirlerden ibaret değildir. Belki bir insanın Rabbinin emrine tutunarak, O’nun rızasını kazanmak için yaptığı her güzel iş (salih amel) bir nevi ibadettir. O iş, mesela rızık temini veya evlilik gibi kişinin dünyevî arzusu kabilinden olsa bile…
Mümin kul, insan tabiatının gerektirdiği, zevk ve lezzet aldığı yemek, içmek, uyumak, gezmek, çalışmak gibi işleri de Allah’ın emrine uygun ve O’nun rızasını talep ederek yapar. Helal olanla yetinir, haramdan korunur. Allah’ın emirlerini yerine getirebilmek gayesiyle yer, içer, uyur… Böylece nefsine zevk ve lezzet veren bütün cismani fiiller bu halisane niyet sebebiyle bir nevi ibadet olur, sevap alır.
Hatta kişi, maddi hayatın meşru zevk ve lezzetleri içinde yaşarken de halisane bir niyetle Allah’a teveccüh ederse, bu fiilleri vasıtasıyla da Allah’a yaklaşır. Bu gibi lezzet ve nimetlerde de taat ve Allah’a teveccüh vardır. İbadette aranan mana da zaten budur.
Tekrar belirtelim, dinimizde ibadetin manasının böylesine genişletilmiş olması, insanın namaz, oruç, hac, zekât gibi farz ibadetleri yapmaktan kesinlikle muaf kılmaz. Çünkü bu farizalar doğrudan Cenab-ı Hak tarafından emredilmiştir. Çünkü bunlar kulun Allah’a bağlılığını ve yakınlığını temin eden esas merkezlerdir. Diğer hiçbir iş bu farzların yerine konulamaz.
Durum böyleyken, bazı tembel ve umursamaz kimselerin üzerlerine farz kılınan ibadetler hakkında “Aslolan kalp temizliğidir, iyi niyet ve güzel işlerdir, namaz ve oruçla din olmaz!” gibi sözleri, cehalet, acizlik ve büyük bir aldanıştır. İhmal ve tembelliklerinden dolayı korkunç bir yanlış anlama ve anlatmadır.
Her münkir kendisinin herkesten daha abid olduğunu iddia eder. Fakat Fahr-i Alem s.a.v.: “Namaz dinin direğidir. Onu terkeden dinini yıkmış olur.” buyurarak ölçüyü bildirmiş, yalan söyleyenlerin yolunu kapamıştır.
Gerçek şudur: Dinimiz ibadetin manasını genişletmekle, beşer hayatını ıslah etmeyi, hayatın güçlüklerine sabırla göğüs germeyi, müşterek hayrı elde etmek için çalışmayı ve kötülükle mücalede etmeyi hedef edinmiştir. Nezih ve kaliteli bir hayat için beşeri ve sosyal kuvvetleri toplumun hayrına kullanmak gerekir. İslâm’ın getirdiği ilâhi esaslar ve ibadetteki geniş anlayış bu hayırlı neticeleri temin etmeye kâfidir.
Rivayete göre Hz. Aişe r.a. Validemiz, zayıflıktan yüzü sararmış, beli bükülmüş bir şahsı görünce, bunun kim olduğunu sormuş. Bu zat zahit bir kimsedir, cevabını alınca zühdün bu şeklini reddederek şöyle demiştir:
“Ömer b. Hattap insanların en zahidi idi. Fakat bir şey söyleyince sözünü dinletir, yürüyünce hızlı yürür, vurunca da çok acıtırdı.”
Rabbimiz bizleri her işini rızası için niyet ederek yapan ve ibadet sevabı alan kullarından eylesin.
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…
__________________
S. Mübarek Elhüseyni, Semerkand Dergisi, Ekim 2006.
Bu yazı 5.382 kere okunmuştur.
Sosyal medya:
Tweetle