rss: yazılar
arama
Doyumsuzluk İnsanın Yaratılışında Var
İnsanın tabiatında doyumsuzluk ve açgözlülük vardır, insanın Karun kadar serveti de olsa, mala ve paraya doymaz. Dünyayı seven kimse, deniz suyu içen kimse gibidir, içtikçe susuzluğu artar. Dünya malına hırsı olan kimse de dünyalığı arttıkça açgözlülük ve hırs ağzını açarak yok mu daha demeye başlar. Hak Teâlâ insanın bu kötü hırsına işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.” (Meâric 70/19).
“Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşlere, güzel ve cins atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı insanların aşırı sevgisi vardır ve bu sevgi, insanlar için çekici bir hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçici nimetleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âl-i Imrân 3/14). Hz. Peygamber de [sallallâhu aleyhi ve sellem] bu manaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, ikinci bir vadi dolusu mal daha ister. İki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünü ister. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.”1
Âyet ve hadisten de anlaşılacağı gibi, hırs ve tamah daha çok dünyalık isteklerde meydana gelir, insanoğlunun mal kazanma ve biriktirdikçe biriktirme gibi bir tutkusu vardır. Bu malı kazanma ve yığma noktasında son derece atılgandır. Tüm zamanını ve enerjisini çoğu zaman hiç çekinmeden bunun için harcar.
İnsan, birçok konuda kendini hırstan kurtaramaz. Çünkü hırs, insanın tabiatında vardır. O halde onun yönünü hayra çevirmek lazımdır.
Aslında bu duygu insana, iyilik yolunda, hayır için ve Hak yolunda kullanmak için verilmiştir. Özellikle ebedî hayatını ilgilendiren hususlarda… İnsan bu hırsla ümitsizliğe, karamsarlığa düşmeden yoluna devam eder. Dünyalık şeyler hususunda da hırsın önemi vardır. Çünkü bu hırs sayesinde insan, pek çok iyi iş yapar, önemli hadiseleri aşar. Hatta ırz, namus ve haysiyeti korumak için kazanca rağbet etmek dünya düşkünlüğünden, bedenin sıhhatini muhafaza için erzak toplamak da hırstan sayılmaz.
Hz. Peygamber [sallallâhu aleyhi ve sellem] şöyle buyuruyor:
“İki haris doymaz. Biri ilmin harisi diğeri de malın harisidir.”2
Evet, fıtratımızda hırs varsa bunu kendi aleyhimize değil lehimize dönüştürmek akıllılık olur. Hırs duyacağımız şey ilim olursa, bu durum bizi açgözlü yapacağına âlim yapar da Allah’a daha çok yakınlaştırır. Bu noktada dünyalık isteklerde her zaman bizden daha düşük olanlara bakmalı; kulluk görevlerimiz, Rabbimiz’e olan yakınlığımız noktasında ise bizden daha üstün durumda olan insanları örnek almalıyız.
Yahya b. Muâz [kuddise sırruh] şöyle demiştir: “Yeryüzündeki tüm insanlarda hırs ve ihtiyaç vardır. Müminlere yaraşan ise cenneti isteme hususunda hırslı davranmaları ve kendilerini sadece Allah’a muhtaç hissetmeleridir. Münafık dünyaya karşı hırslıdır ve hep kendini kullara muhtaç hisseder.”
Üç Öğüt
Şa’bî şöyle bir hikâye anlatıyor: Adamın biri küçük bir kuş avladı. Kuş,
“Beni ne yapacaksın?” diye sordu. Adam,
“Seni kesip yiyeceğim” dedi. Kuş,
“Vallahi, ben ne et ihtiyacını gideririm ne de aç kişinin kamını doyururum. Beni kesip yemekten bir şey çıkmaz. Gel, ben sana üç öğüt vereyim ki bunlar beni yemekten çok daha hayırlıdır. Ancak bunlardan birini, senin elinde iken söylerim. Diğerini, uçup dala konduktan sonra, öbürünü de ovaya açıldıktan sonra söylerim” dedi. Adam,
“Söyle bakalım” deyince, kuş,
“Elde edemediğin şeyin hasretini çekme” dedi ve uçuverdi. Adam,
“Haydi, ikinciyi söyle” dedi. Kuş daldan,
“Olmayan bir şeyin olacağına inanma” dedi ve uçup dağın eteğine kondu. Sonra da,
“Ey ahmak, beni kesseydin, benim karnımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki tane inci çıkaracaktın” dedi. Kuş bunu der demez, adam hemen yere yıkıldı ve,
“Eyvah” diyerek çırpınmaya başladı ve,
“Haydi üçüncüyü söyle” dedi. Kuş,
“Sen daha şimdiden iki öğüdümü unuttun, üçüncüyü söylesem ne kâr. Sana demedim mi elde edemediğin şeyin hasretini çekme, mümkün olmayan şeyi de tasdik etme! Ey ahmak! Ben kanım, kanadım ve kemiklerimle 20 miskal gelmem. 20 miskal ağırlığında iki taş karnımda nasıl olabilir?” dedi ve uçup gitti.3
Hırs Yüzünden Kapanan Kapı
Hz. Musa zamanında, İsrâiloğulları’nın nzkı gökten gelirdi. Bir zahmete ve sıkıntıya girmeden, Allah Teâlâ’nın lutfu ve kereminden beslenirlerdi.
Musa [aleyhisselâm] kavmi arasında bu ilâhî yardımın kıymetini ve değerini bilmeyen cahiller çoktu. Bunlar, verilen nimetlere nankörlük ederek,
“Biz toprakta yetişen soğan, sarımsak, mercimek gibi yeşilliklerden ve sebzelerden isteriz” dediler.
Yaptıkları bu edepsizlik, gökyüzünden gelen sofranın kesilmesine sebep oldu. Ekmekleri gelmedi. Bıldırcın kuşunun etiyle kudret helvasını bulamaz oldular. Yemek ihtiyaçlarını karşılamak için toprağı işlemek zorunda kaldılar. Bahçe bellediler, tarla sürdüler, ekin ekip biçtiler. Yorgunlukları yanlarına kâr kaldı.
Musa [aleyhisselâm] bunlar için tekrar şefaatçi oldu. Rabb’ine niyazda bulundu. Keremi bol olan Allah, içinde çeşitli nimetlerin bulunduğu tabaklarla dolu sofrayı gökten indirdi.
Bu sefer Hz. Musa onlara yalvararak uyardı:
“Bu sofra devamlıdır. Yeryüzünden kalkmayacak ve eksilmeyecektir. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sofrasında aç gözlülük etmek, hırsa kapılmak nankörlüktür.”
Musa [aleyhisselâm] sanki onları hiç uyarmamış gibi, bu edep yoksulu insanlar, kendileri için gelen sofradan yemek aşırdılar. Dilenci karakterli görgüsüzlerin hırsı yüzünden bu ilâhî rahmet kapısı kapandı.4
1 Buhârî, Rikâk, 10; Tîrmizî, Zühd, 27, Menâkıb, 64; ibn Mâca, Zühd, 27 (nr.4235); Dârimî, Rikâk, 62 (nr. 2781); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/168
2 Hâkim, el-MüstedrBk, 1/169; Taberânî, el-Mucemü’l-Kebîr, nr. 103iflfc Dârimî, es-Sünen, 1/108.
3 Gazâlî, Mükâşefetü ‘l-Kulûb, s. 171.
4 TâhirülmevleVİ, Şerh-i Mesnevi, 1/117.
Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları
Bu yazı 5.524 kere okunmuştur.
Sosyal medya:
Tweetle