rss: yazılar
arama
Beden Ülkesinin Sultanı: Kalp
Kalp, dinî ve tasavvufî bağlamda bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bu durumun bildiğimiz cismanî kalple yani yürekle ilişkisi olmakla birlikte ondan ayrı bir şeydir. Bu anlamdaki kalbe “rabbanî latife” veya “ilahî cevher” de denir. O latife insanoğlunun hakikatidir. İdrak eden, bilen ve kavrayan odur. Muhatap olan, cezalandırılan, kınanan ve sorumlu tutulan da o…
Rabbanî kalp, aynı isimle anılsa da yürekten ayrı bir şeydir. Yürek insanlar gibi hayvanlarda da mevcuttur. Görevi vücuttaki kanı temizlemek ve dağıtmaktır. Çam kozalağını andırır ve sol memenin alt hizasına denk gelir.
Meşhur alimlerimizden Hucvîrî rh.a. bu durumu şöyle açıklar:
“Halk, et parçası olan yüreğe kalp adını verir. Oysa bu et parçası, delilerde, çocuklarda ve meczuplarda bile vardır. Ama bunlar yine de kalpsizdirler.”
Kalp akıl, marifet, ilim, niyet, iman, hikmet ve yakınlık gibi hayatî hususların kalesi durumundadır. Kalp diri ve selim ise bu duygular da öyle sayılır. O manevi diriliğini yitirmişse, bütün bu hasletlerin varlığından bahsetmek oldukça zordur.
Bu yüzden kalp, Hak ve hakikat üzere olduğu müddetçe, bedenin en karanlık noktaları bile nur içinde olur; Hak yol üzere olmadığında da şeytanın zehirli oklarının hedefi haline gelir.
Nitekim Allah Rasulü s.a.v. buyurmuştur:
“Bakınız! İnsanın bedeninde bir et parçası vardır ki, o iyi ve sağlam olursa bütün beden iyi ve sağlam olur. O bozuk olursa bütün beden de bozuk olur. Dikkat edin! İşte o et parçası kalptir.” (Buharî, Müslim, İbn Mace)
İslâm alimleri, Efendimiz’in “et parçası” olarak buyurduğu kalbi, zahirî ve bâtınî olmak üzere ikiye ayırmışlar ve yukarıda da izah ettiğimiz gibi açıklamışlardır.
İnsan bir bütün olarak sınırları, bekçileri ve orduları olan, saldırılara uğrayan, hükümdarın bir anlık gafleti ile işgal edilebilen ve ancak “cihad-ı ekber: büyük cihat” denilen savaşla ayakta durabilen muhteşem bir ülkeye benzer. Kalp bu ülkenin hükümdarı gibidir, görülen ve görülmeyen askerleri vardır. Görülebilen askerleri el, ayak, göz, kulak gibi organlardır. Bu organların tamamı kalbin emrinde ve hizmetindedirler. Kalp bu organları istediği şekilde yönlendirir. Zaten bütün bu azalar, özellikleri gereği kalbe itaat etmeye mecburdurlar, asla muhalefet ve isyan etmezler.
İnsanın mümin, inkârcı veya münafık olması önce kalple başlar. Sonra organlarda fikir ve eylem olarak ortaya çıkar. Mesela kalp, göze bakmasını, ayağa adım atmasını, dile konuşmasını emrettiği zaman, bu azalar asla ona karşı gelemezler. Vücutta bulunan diğer bütün azalar böyledir.
Tabiîn’in büyüklerinden Kâ’bu’l-Ahbar rh.a. şöyle anlatmıştır:
“Hz. Aişe r.anha’nın ziyaretine gittim. Ona dedim ki:
– Göz insana yol gösterir. Kulak tehlikeleri duyurur. Dil, tercümanlık eder. Eller kanat vazifesini görür. Ayaklar da posta hizmetini yerine getirirler. Kalp ise hükümdardır. Şayet hükümdar olan kalp huzurlu olursa emrinde bulunan askerleri de huzur içinde olur. Şayet huzurlu değilse emrindekiler de huzursuz olur.
Beni dinleyen Hz. Aişe r.anha buyurdu ki:
– Evet, Hz. Peygamber s.a.v.’in de böyle söylediğini işittim.” (Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya)
Kalp hayır ve şerrin kaynağı ve merkezidir. Melekût alemini temaşa edecek, ilahî feyz ve ilhama muhatap olacak kadar imanlı ve bilgili, diğer taraftan şer güçlerin kandırmalarına, şeytanın vesvesesine kapılarını açacak kadar da gafil ve cahil bir sultandır. Yücelik de düşüklük de onun yaradılışında vardır. Yani melekî tasarruflar kadar şeytanî müdahalelere de açıktır. Dolayısıyla bir ömür boyu bu ulvî tecelli ve şeytanî temayüllerle çalkalanır durur. Her hükümdar gibi o da hem azimli ve kararlı hem de değişken ve kararsızdır.
Her sultan gibi, kalbin görevi beden ülkesini huzur ve refaha kavuşturmaktır. Kalp, nefse karşı mücadele ederek manevi varlığı mâsivâdan, yani Allah’ın dışındaki şeylerden korur. Çünkü kalp nazargâh-i ilâhîdir. Kalp haremine O’ndan başka sokulmaması gerekir.
İşte bu yönüyle kalp bir hazinedir. Şeytan bu hazineye girmek isteyen bir hırsızdır. Bu değerli hazineyi hırsızdan korumak, kapılarını sağlamlaştırmak ve gediklerini kapatmakla mümkündür.
Şeytanın kalbe girmesi, kalbin Allah’tan gafil ve zikirden uzak olmasındandır.
Kalp, zikre döndüğü zaman, şeytan geri çekilir. Unutmamak gerekir ki “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminan bulur.” (Ra’d, 28)
Bu yazı 1.223 kere okunmuştur.
Sosyal medya:
Tweetle