rss: yazılar

yönetici

Allah’a Teslimiyetin İfadesi Kurban

0 yorum
Allah’a Teslimiyetin İfadesi Kurban

Kurban, kişinin kendisine bahşedilen her şeyi asıl sahibine ait kılmanın hal dili ile anlatılmasıdır. Kurban, kulun Rabbine teslimiyetini ifade eder. Bu teslimiyet, Hz. İbrahim a.s. ve İsmail a.s. ile zirveleşerek sembolleşmiştir.

İbadetler, müslüman kalma şuurumuzu inşa eden, ayakta tutan en temel unsurlardır. Namaz, oruç, hac, zekât… Hepsinin elbette görünür bir şekli var. Fakat ibadetler görünür tarafından çok daha yoğun ve güçlü derunî anlamlar içerir. Kurban kesmenin de son derece etkili görünür bir yanı var. Bu haliyle müslüman toplumların kültürüne işlemiş güçlü bir unsur. Fakat esas olarak kurban kesmenin temel amacı Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasını kazanmaktır. Bir hayvanın kesilmesinin ötesinde kurban, Yüce Yaratıcı’nın kendisine lütfedip bahşettiği nimetlere karşı şükran borcunu yerine getirmeye güç yetirmenin ruh huzurunu yaşamak ve fıtraten insan nefsinde bulunan aşırı mal ve dünyalık sevgisini frenlemek, bencillik ve cimrilik duygusunu yenmektedir.

Kurban ibadeti bizi, Hz. İbrahim aleyhisselam’ın itaatine, Hz. İsmail aleyhisselam’ın teslimiyetine yönlendirerek hayatın sıkıntı ve imtihanlarına karşı Rabbimize kurban olma ve O’na dost olarak sıkıntılarımıza çözüm bulma yollarını gösterir. Rabbimiz, “Kurban etleri ve kanları değil, sadece takvanız Allah’ın katına ulaşır.” (Hac, 37) buyurarak kurban ibadetinde temel hedefin takvaya ulaşmak olduğunu bize bildirir. Çünkü insan ancak takva ile Rabbinin katında gerçek yerini bulabilir. O’nun rızasına erişebilir.

“Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen Kurban kelimesi, İslâmî bir kavram olarak, ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak ve bu şekilde boğazlanan hayvan demektir.

Peygamber Efendimiz s.a.v., hicretin ikinci senesinde, Sevik Gazvesi’nden sonra Medine’ye geldiğinin ertesi günü, (Zilhicce’nin onuncu günü) müminlerle birlikte mescitte ezansız ve kametsiz iki rekât namaz kıldırıp hutbe okumuş ve bu hutbede müminlere kurban kesmelerini emretmiştir. Efendimiz s.a.v., satın aldığı semiz, boynuzlu beyaz iki koçtan birini keserken; “Allahım! Bu, senin birliğine ve senden bana gelenlere iman eden bütün ümmetim adına…” buyurmuş, ikincisini keserken de; “Allahım! Bu da, Muhammed ve Muhammed’in ev halkı için.” demiştir. (İbn Hişam, es-Sîre, 3/58-59; İbn Sa‘d, et-Tabakât, 2/33) İşte İslâm’da ilk Kurban Bayramı budur.

Kurban, kişinin kendisine bahşedilen her şeyi asıl sahibine ait kılmanın hal dili ile anlatılmasıdır. Kurban, kulun Rabbine teslimiyetini ifade eder. Bu teslimiyet, Hz. İbrahim a.s. ve Hz. İsmail a.s. ile zirveleşerek sembolleşmiştir. Bu dünya öyle bir imtihan yeri ki, bazen malımızla, bazen canımızla, bazen de sevdiklerimizle deneniyoruz. İman iddiamızın samimiyetini ortaya koymamız, bu ciddi imtihandan başarıyla geçmemize bağlı. Nitekim Yüce Yaratıcımız şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara,155)

Bir insan için belki de en zor deneme evlâdını ‘kurban’ etmesidir. Uzun seneler, evlat hasreti çeken, ancak geç yaşlarında buna kavuşan bir babanın, yanında yürüyüp koşmakta olan oğluna olan sevgisini bir düşünün. Allah, Hz. İbrahim a.s.’ı bu çok zor işle sınamıştır. Bir gün İbrahim a.s. “Eğer bir oğlum olursa onu Allah için kurban edeceğim.” diye yemin etmişti. Aradan uzun bir zaman geçmiş, bu arada sözünü unutmuştu. Allah da onun duasına icabet etmiş ve İsmail a.s.’ı nasip eylemişti. İsmail a.s. yedi yaşına geldiğinde İbrahim a.s. bir rüya gördü. Rüyasında:

– Ey İbrahim, adağını yerine getir, deniliyordu.

Sabah kalktığında İbrahim a.s. düşünmeye başladı; acaba bu rüya Allah’tan mıydı, yoksa şeytandan mıydı? İkinci gece aynı rüyayı tekrar gördü. Artık bu rüyanın Allah’tan olduğunu anlamıştı. Üçüncü gece de aynı rüyayı görünce oğlunu kurban etmesi gerektiğini anladı.

İbrahim a.s. oğlu İsmail’i kurban etmek için götürmek isteyince, hanımı Hz. Hacer’e:

– Oğlumuza en güzel elbiselerini giydir. Ben onunla bir ziyafete gidiyorum, dedi.

Annesi Hz. İsmail’e en güzel elbiselerini giydirdi, saçlarını taradı, güzel kokular sürdü. İbrahim a.s. ip ve bıçak alarak oğluyla birlikte Mina denilen yere gitti.

Şeytan yaratıldığı günden bu yana neredeyse hiç bu kadar telaşlanmamıştı. Kulun Rabbine bu büyük teslimiyetine engel olmak için çare arıyordu. Hz. İsmail a.s. ise babasının önünde sevinçle koşuyordu. Şeytan Hz. İbrahim’e gelerek:

– Görmüyor musun nasıl boylu poslu! Nasıl da güzel yüzlü, diye onu kandırmaya çalıştı. İbrahim a.s.:
– Evet, doğru söylüyorsun. Fakat ben bunu yapmakla emrolundum, dedi.

Şeytan Hz. İbrahim’den ümidini kesince Hz. Hacer’e gitti:
– Sen nasıl oturuyorsun? İbrahim oğlunu kesmeye götürdü, dedi. Hz. Hacer validemiz:
– Hayır, sen yalan söylüyorsun! Bir baba nasıl olur da oğlunu kesebilir, dedi.

Şeytan:
– Anlamıyor musun, İbrahim yanına ip ve bıçak aldı, dedi. Hz. Hacer validemiz:
– Peki, neden kesecek, diye sordu. Şeytan:
– Rabbinin böyle emrettiğini zannediyor, dedi. Hz. Hacer:
– Hayır, yanılıyorsun! Peygamberler boş ve yanlış şeylerle emrolunmaz. Eğer böyle bir emir varsa ben kendi ruhumu bile feda ederim, dedi.

Şeytan, Hz. Hacer’den de ümidini kesince Hz. İsmail’in yanına geldi ve:
– Sen seviniyorsun, oynuyorsun. Fakat babanın yanında ip ve bıçak var, seni kesmek istiyor, dedi. İsmail a.s.:
– Hayır, sen yalan söylüyorsun! Babam beni kesmez, dedi. Şeytan:
– O Rabbinden böyle bir emir geldiğini zannediyor, dedi. Bunun üzerine İsmail a.s. o küçük yaşına rağmen:
– Öyleyse Rabbimizin emrini duydum ve itaat ettim, dedi.

Şeytan başka şeyler de söylemek istediği sırada İsmail a.s. yerden bir taş kaptı, şeytana atarak sol gözünü kör etti. Bunun üzerine şeytan oradan perişan bir vaziyette, hiçbir sonuç alamadan kaçıp gitti.

Daha sonra baba ve oğul birlikte Mina’ya gittiler. İbrahim a.s. oğluna dedi ki:
– “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” (Sâffat, 102)

İsmail a.s.:
– “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Sâffat, 102)

İbrahim a.s. oğlunun bu cevabını işitince vaktinde yaptığı o duanın kabul olduğunu anladı ve Allah Tealâ’ya şükretti. Sonra İsmail a.s. babasına:
– Babacığım! Beni kesmeden önce ellerimi bağla ki çırpınarak sana eziyet vermeyeyim. Yüzümü toprağa doğru çevir ki bakıp bana acımayasın. Elbiselerini benden uzak tut ki, kan elbisene bulaşmasın, yoksa sevabım azalır, annem kanlarımı görüp üzülür. Bıçağını iyi bile, hızlıca sürt, çünkü ölüm acısı şiddetlidir. Şu gömleğimi de al anneme götür, ona bakarak beni hatırlar. Anneme selamımı götür ve ona, Allah’ın emrine karşı sabırlı ol, dediğimi söyle. Anneme nasıl yaptığını sakın söyleme. Çocuklar sık sık annemin yanına gidip gelmesin ki, onlara bakıp benim için ağlamasın. Bana benzer bir çocuk gördüğünde ona bakma ki, beni hatırlayıp üzülüp ağlamayasın.

İbrahim a.s.:
– Allah’ın emri için bu ne güzel, ne iyi bir yardım, dedi.

“Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca…” (Saffât, 103)

İbrahim a.s. oğlunu bir kayanın yanında yanı üzerine aynen bir koyunu yatırır gibi yatırdı. Kimilerine göre oğlunu tavsiyesi üzerine yüz üstü yatırmıştır ki, kendisiyle Allah’ın emrinin arasına girecek bir şefkat ve yumuşama olmasın, bu işten vazgeçmesin… Sonra bıçağı İsmail a.s.’ın boynuna dayadı. Hızlıca sürtmeye başladı fakat bıçak kesmedi. Bu sırada İsmail a.s. babasına:
– Baba, ellerimi ayaklarımı çöz. İstemeye istemeye yapıyormuşum gibi görünmek istemiyorum, dedi ve ellerini ayaklarını bağsız bir şekilde uzattı, yüzünü de yere doğru çevirdi.

İbrahim a.s. bütün kuvvetiyle bıçağı oğlunun boynuna sürtmeye başladı. Fakat bıçak Allah’ın takdiriyle kesmiyordu. İsmail a.s.:
– Babacığım, yoksa bana olan sevgin yüzünden zayıf mı düştün ki kesemiyorsun, dedi.

İbrahim a.s. kızgınlıkla elindeki bıçağı taşa vurdu. Taş ikiye ayrıldı. Bunu görünce:
– Ey bıçak! Taşı kesiyorsun da eti neden kesmiyorsun, dedi. Bıçak Allah’ın izniyle dile geldi:
– Ey İbrahim! Halil kes, diyor, Celil olan Allah ise kesme, diyor. Ben Rabbimin emrini bırakıp nasıl senin emrini yapabilirim, dedi.

Sonra olanları Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatıyor:

“Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu gerçekten çok açık bir imtihandı.” (Sâffat, 104-105)

“Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.” (Sâffat, 107)

Yani, “Biz onu emrolunduğu şeyden kurtardık ve onun yerine bedel olarak cennetten bir kurban verdik.”

Bedel olarak verilen bu hayvan Hâbil’in Allah için kurban ettiği ve Allah indinde kabul gören koç idi. O Hz. İsmail’in yerine geçinceye kadar cennette yaşadı. Cebrail a.s. semadan bu koçla beraber inerken Hz. İbrahim a.s.’ın hâlâ oğlunun boynunu kesmeye çalıştığını görmüştü. Hem Allah Tealâ’ya hürmet ve tazim hem de hayretinden ötürü:
“Allahu ekber, Allahu ekber!” dedi. Onun bu sözlerine karşılık İbrahim a.s. “Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber” dedi. İsmail a.s. da onlara katıldı ve: “Allahu ekber ve lillahi’l-hamd.” diyerek bu güzel tesbihatı tamamladı. Böylece bu tesbihat bu ümmete kurban keserken söylenen bir zikir oldu.

Kurban kesen kimse adeta şöyle demiş olmaktadır:

“Ya Rabbi! Senin yolunda, senin rızanı kazanmak uğruna maldan mülkten, sevdiklerimden ve hatta canımdan geçmeye hazırım. İşte bu kurbanı benim bu imanımın ve teslimiyetimin bir nişanesi olarak yine senin adınla kesiyorum. Bu kurbanın toprağa dökülen kanı, sana verdiğim sözde, imanımda ve ihlâsımda bütün benliğimle sabit olduğumun tasdikidir. Kabul eyle ve beni bu yolda daim eyle…”

Niçin Kurban Keseriz?

Kurban’ı öncelikle Allah’ın rızasını kazanmak, beka aleminde rahmetine nail olmak için keseriz.

Allah için yaptığımız bu ibadetlerimizin yanında insanlığa karşı da bazı görevlerimiz vardır. Maddi durumu yerinde olmayan yakınlarımıza, fakir komşularımıza el uzatmak için de bir vazifedir kurban.

Şu ayet-i kerimeye bakıldığında kurbanın verdiği sosyal mesaj daha iyi anlaşılacaktır.

“…Ta ki kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar; Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Siz de onlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.” (Hacc, 28)

Kurban ibadetinde sosyal yardım gayesi ile kişinin Rabbine yakınlaşma gayesi birleşir. Kurban bayramı yardımlaşma bayramıdır. Nefsin cimriliğe çağıran telkinlerini göz ardı edebilmeyi öğretir. Dünya malına düşkünlüğü önler. Fakirlere bir dayanak olur, onları hayata bağlar.

Ayrıca, meşru bir dileğimizin tahakkukunu sağlamak ve bu konuda Allah’ın yardımını dilemek için kurban kestiğimiz de olur. Gelmesinden korktuğumuz bir felaketin önlenmesinde Allah’a sığınırız, yine bunun için de kurban kestiğimiz olur. Allah’ın bize lütfettiği bazı mutluluklar karşısında yine O’na şükrümüzü bildirmek için kurban keseriz.

Kurban kesmenin diğer bir anlamı da, Kurban’ı kesen kimsenin, kurbanla birlikte bütün kötü duygularını, nefsinin arzu ve isteklerini kesmesidir denilebilir. Yani kötü alışkanlıklarından ve kötü niyetlerinden vazgeçme niyet ve kararı… Artık toplum kurban kesenin elinden, dilinden emin olur, olmalıdır.

Hüseyin Okur – Semerkand Dergisi, Kasım 2011.


Bu yazı 1.786 kere okunmuştur.


Sosyal medya:



Bu yazıya yorum yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

NFL Jerseys Free Shipping